'KuirFest Karantina' Yazı Dizisi: Bölüm 3

Duyuru Listesine Geri Dön


'KuirFest Karantina'nın 'Kuir Film Okumaları – 101' buluşmalarındaki tartışmaların bazılarını yazıya döktük. Yazı dizisinin üçüncü bölümüne Deniz “Lala” Erkaradağ’ın yazısıyla devam ediyoruz.

RITUALS FOR CHANGE (DEĞİŞİM İÇİN RİTÜELLER) :
TEKRARLARIMIZLA KUİRLEŞEN BEDEN (Deniz “Lala” Erkaradağ)

Üzerine okuma yaptıkça anlam kazanan filmlerdense izlerken estetik bir zevk aldığım filmleri tercih ediyorum. Bu filmin özellikle de performans olması beni çok etkiledi diyebilirim. Çünkü bazen hikâyeyi, senaryoyu beğensem de onu izlerken zevk almak isterim. Bu tabii ki öznel bir deneyimdir ve kimin neden zevk alacağını bilemem. Ayrıca izlemesi rahatsız edici filmler de çağrışımları ile izleyene zevk verebilir.

Emma Frankland'ın bir canlı performansına dayanan Rituals For Change, kendi beden değişimini ve bedeniyle de sınırlı kalmayarak toplumsal değişimleri sembolize eder bir şekilde ritüellere dayanıyor. Beden inşasını izleyici önünde performe ederken bir yandan da bu inşayı asla trans geçiş ile sınırlı kalmayacak bir şekilde genişletiyor. Film Youtube’dan yasal olarak izlemeye açık ve bu linkten de tamamını izleyebilirsiniz.

Filme başladığımda düşündüğüm ilk şey seyirlik nesnelerimize cinsiyet atama isteğimiz oluyor. Natrans kadın bir akrabama benzettiğim sanatçıyı; filmi izlerken bu bir trans, bu bir trans aktivist, bu bir trans performans sanatçısı, bunu gösteriyor, alıktırmaya (lubunca anlaşılmaya) asla çalışmıyor bilinciyle izlediğim için bence, konuşmaya başlayınca mesela aa kalın sesli, evet trans falan diyoruz. Hani bu cümlelerle düşünmese de trans oyuncuları, trans hikâyeleri izlemeye alışkın olmayan bizler izlerken bu süreçlerden geçiyor olabiliriz. Bunu tersinden ele alıp okumak istiyorum. Bunun bilincine varmanın -bunu negatif bir şey olarak görmüyorum da- tam tersi natrans bir oyuncunun oynadığı bir filmde, izleyiciler için bir kadın gördüm olarak algılanıyor. Cinsiyet üzerine düşünülen bir konu olmuyor bile.

Filmin başında zamanın akışından ve bir durumdan diğerine geçişin ne kadar akışkan olduğundan bahsediyor ve bunun keskin çizgilerle ayrılmamasından... Bunu elbette cinsiyetler açısından ya da kuir zamansallık açısından da düşünebiliriz. Çünkü dünyada her şeyi ikili görüyoruz. Ya kadınsın ya erkek, ya gençsin ya yaşlı ama düşündüğünde “on yıl önce neredeydin” diye soruyor. Hakikaten, ne zaman genç olmayı bırakıp yaşlı oldun ki? Geçiş noktası ne zaman, kaç yaşında oldu bu?

Biz belayı davet ettik ve bir seçim yaptık, diyor. Bu aklıma “not gay as happy queer as fuck you” sloganını getiriyor. Bir yandan normal hayatlar arasında eriyip gitmek isteyen biz de ne

yapalım doğamız böyle, doğuştan oldu söyleminin yanında; anarşist bir edim olarak kuir olmanın; yönelimimi ben seçmedim ama bunu yaşamayı, bunu özgürce yaşamayı, toplum normlarına ayak uydurmamayı ben seçtim söylemini çok önemli buluyorum.

İdealist bir felsefede ya da yalandan bir entelektüalizmde dış görünüş ne kadar da hor görülür değil mi? Asıl olan iç güzelliğidir; estetik yapmak, makyaj yapmak makbul değildir. Aklıma Fransız performans sanatçısı ORLAN’ın sanat tarihi boyunca erkek sanatçıların tasvir ettiği kadın güzellik idealini eleştirmek amacıyla bıçak altına yatarak estetik ameliyat aracılığıyla tüm vücudunu ve yüzünü tamamen değiştirmesi geliyor*. Ancak biz bedenlerimizle bu dünyadayız, aynada baktığımızda gördüğümüz görüntü kişiliğimize dair bir fikir verirken, bize dışarıdan bakanlar ise kimliğimizi bedenimizden okur. Natrans öznelerin trans dönüşüme dair isteklerini hor görüp önemsizleştirmeye çalıştığı söylemlere inat beden politikalarını kucaklamamızın elzem olduğunu düşünüyorum. Film de beden politikalarına vurgu yaparak bunu destekliyor.

Frankland sonra da inşaat işçilerinin sokakta kendisine laf atmasından bahis açar. Kendisi bu durumu trans olduğu için değil, artık “kadın” olarak algılandığı için laf atılan özne konumuna geçmekle açıklar. Bu benim geçerliliğimi sağlar mı, kadın olduğumu onaylar mı diye düşündüm diyor. Artık bakılan özne olma değişkenliği çok ilginç bir konu. Ne kadar ikiliği reddetmek istesek de toplumun bize dayattığı ikilik tamamen bir iktidar ilişkisi üzerinden ve bu bir bakan/bakılan ilişkisi. “Male gaze” üzerinden tartışageldiğimiz nesneleştirme de bunun hakkındadır. Bence şu an sözü alan ve sırf bunu anlatan kişi olması bile bunu yıkan bir noktadır. Yani burada kurban (victim) olup/olmama durumundan çok öznenin bunu anlatmasını nesneleştirmenin yıkılması olarak görüyorum.

Filmin sonuna geldiğimizde inşaat biterken (inşaat biter mi?) kelimenin gerçek anlamıyla performans boyunca yaptığı yapı biterken aynı zamanda beden inşasının da sonuna geliyoruz. Bu sonlu bir süreç olabilir mi tartışılır. Kuir politikaların vurguladığı akışkan bedenlerimizin kimliklerini inşa eder, bu ömür boyu bitmeyen inşaat esnasında binbir emekle elde ettiğimiz yeni kimliklerimizi yakıp yıkmak istersek eskiye dönmek de mümkündür elbet.

Sonuç olarak, kuir bedenlerin kadından erkeğe-erkekten kadına gitmekten ibaret olmadığının bir göstergesi olan bu filmi izlemek için 45 dakikanızı ayırmak kafa açıcı olacaktır. Siz kendi bedenlerinizin neresindesiniz? Sizce baştan sona bir inşaat var mı yoksa elimize gelen neyse onunla mı idare ediyoruz? İnşaata kalkışanlar daha mı cesur yoksa toplum normlarına mı boyun eğiyorlar?

NOTLAR:

*ORLAN hakkında daha fazla bilgi için şu belgesele bakabilirsiniz.