'KuirFest Karantina' Yazı Dizisi: Bölüm 1

Duyuru Listesine Geri Dön


'KuirFest Karantina'nın 'Kuir Film Okumaları – 101' buluşmalarındaki tartışmaların bazılarını yazıya döktük. Yazı dizisinin ilk bölümüne Umut Erdem’in yazısıyla başlıyoruz.

Pembe Hayat KuirFest kapsamında karantina dönemini “Kuir Film Okumaları – 101” buluşmalarıyla geçirdik. Çevrimiçi gerçekleştirilen bu buluşmalarda, katılımcıların tümüyle filmlere “yamuk” bakmaya çalıştık. Kuir sinemanın ve sinemadaki LGBTİ+ temsilinin ötesinde, filmlerdeki kuir olarak değerlendirilebilecek anlar, mekânlar, karakterler ve belki de en önemlisi hisler aradık. Altı hafta boyunca gerçekleştirilen buluşmaların sonucu olarak da, tartışmaların bazılarını yazıya döktük. Yazı dizisinin ilk bölümüyle bugün karşınızdayız. Diğer bölümler ise Cumartesi (29 Ağustos) ve Pazar (30 Ağustos) günü sizlerle olacak.

İyi okumalar...


Thelma’nın Arzusu: Ateş ve Su (Umut Erdem)

2017 yılında gösterime giren Norveç yapımı Thelma, Oslo, 31 Ağustos ve Sessiz Çığlık filmlerinin yönetmeni Joachim Trier’in gösterime girmiş son kurmaca filmi. Filmin senaryosu da Trier ile kendisinin birçok filminde birlikte çalıştığı Eskil Vogt’a emanet.

Film, Thelma isminde üniversite okumak için ailesinin yanından ayrılarak kendi ayakları üzerinde hayatta kalmaya çalışan genç bir kadının kendini keşfetme serüvenini konu alıyor. Bu yazımda bu serüvenin queer bir bakış açısıyla ele alındığını, filmin sadece bir “açılma” hikâyesinden daha fazlasını vaad ettiğini, filmde queer olarak okuyabildiğim anlar ekseninde anlatmaya çalışacağım.

“Queer Ateşlidir” *1

Günümüzde LGBTİ+ hikâyelerini stereotip üretmeme çabasıyla anlatan pek çok filmin beyaz perdeye kavuştuğunu söylemek mümkün. Ama Thelma’yı neredeyse aynı dönemlerde çekilen ve/veya vizyona giren, LGBTİ+ hikâyeleriyle göze çarpan çoğu filmden ayıran yegâne özelliklerden biri “arzu”yu “eyleme geçme” kurgusunu hedefe koymadan ön plana alması. Bir filmin queer okumasını bize yapma fırsatını veren şeyin, onun LGBTİ+ hikâyesi anlatmaktan ibaret olmaması âşikar. Fakat Thelma gibi günümüzde ve/veya yakın zamanlarda görücüye çıkan LGBTİ+ hikâyeleri anlatan çoğu filmin “deneyim” ve “aşk” odaklı bir perspektif çizdiğini söylemek mümkün. Thelma ise, “gerçek”leştiğine dair kanıt sunma gereği duymadan bizi başkarakter Thelma’nın arzusu ve zihin dünyasıyla baş başa bırakıyor. Filmin isminin, başkarakterin isminden ibaret olması da olay örgüsünün başkarakterin zihnine yapacağımız bir yolculuk olduğunun sinyallerini de en başından veriyor.

Thelma, kendisi üzerinde denetim kurarak uzaktan kendisini kontrol eden bir aile tarafından Hıristiyan öğretisiyle yetiştirilmiştir. Her akşam babası tarafından aranır, gününü nasıl geçirdiğini anlatmak zorundadır. Yalan söylememelidir. Facebook’ta yeni biriyle arkadaş olduğunda dâhi babasına hesap vermek zorundadır. Aile ve babanın, ailenin yanından ayrılmış genç bir kadın üzerinde kurduğu denetim, filmde çekirdek aileyi bir arada tutan en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Ve Thelma’nın o denetimden kurtulma çabası giderek kendini keşfetmeye giden yolu kurmaya başlıyor. Aile ve baba otoritesine uyma konusunda yaşadığı çuvallamalar, zamanında cadı avında yakılan bilge kadınların gördüğü itibarsızlaştırmayı aile içinde yaşamasına sebep oluyor. Anne ve babasının kendisini ziyaret ettiği bir günün akşamı birlikte bir restorantta yemek yerken Thelma’nın gözleri birden el ele tutuşan iki erkeğe kayar ve akabinde babasıyla arasında başka bir aile ilgili bir “diyalog” geçer. Thelma ailesine bazı insanlar –doğru olmayan bilgilerle- konuşurken onların sözünü kesme hissinin kendilerinde uyanıp uyanmadığını sorar ve babasının bir kere bunu yaptığını söyleyerek bu hissin içinde belirmesinin nedenini anlatmaya çalışır. Ama bunu paylaşması babasının kendisini azarlamasıyla sonuçlanır. Bilginin güç olmadığı, kendisini bilgi üzerinden insanlardan üstün görmemesi, onlarla dalga geçmemesi gerektiği konusunda uyarılır. “Her şeyi biliyormuş gibi konuşuyorsun” der babası, Thelma’ya. Thelma’nın sorgulama eğilimi, erk’i rahatsız eder ve bu sebeple Thelma itibarsızlaştırılır. Otoriteye boyun eğdiğinde ise Thelma ile babası arasında yaşanan pazarlığa şahit oluruz. Korumacılık temelli yaşanan bu pazarlık, Thelma’nın kendisini gerçekleştirmesi önüne taş koyar. Kendisini “sorunun kaynağı” şeklinde görmeye başlar.

Thelma’nın kendisini tanıma, gerçekleştirme, inşa etme arzusuna, bir süre sonra “hemcinsi”ne duyduğu arzu eklemlenir. Ailesinden uzakta hayat sürme fikri ve edimi, ona hali hazırda çok yabancıyken, hiç tanımadığı ve “günah” olarak bildiği bir hisle, aslında kendi varoluşuyla çatışmaya başlar. Ama bu çatışma, filmde yaratılan karanlık ve fantastik atmosfer eşliğinde bizi Thelma’nın zihin dünyasına giderek daha fazla yaklaştırır. LGBTİ+ topluluğunda norm halini almış deneyimin arzu üzerinde kurduğu hiyerarşi, toplulukta meşrulaştırılan “kanıt” talebi, filmde egemenliğini kaybeder ve hikâye “arzu” etrafında şekillenir. Hıristiyan mitolojisinden de aşina olduğumuz yılanın imlediği sembol, edebiyatta yer yer karşımıza çıkan ve arzuyu çağrıştıran saç buklesi imajı, Thelma’nın kendi zihin ve duygu dünyasındaki

arzuyu farklı sekanslarda bize resmeder. Film, Thelma’nın Anja’ya duyduğu çekimi, Thelma’nın dünyasından bize gösterirken yaşananların hayal mi yoksa gerçek mi olduğunun kesin cevabını ver(e)meden, muâllaklığın hüküm sürdüğü bir atmosfere bizi seyirci kılar. Film boyunca “şu an izlediğimiz şeyler gerçekten yaşanıyor mu yoksa Thelma’nın hayal dünyasını mı izliyoruz?” ikileminde kalırız. Seyirci kaldığımız olaylara dair hissettiğimiz bu ikilem ve belirsizlikle birlikte filmin, deneyim-arzu ikiliğini kırması ve “Queer ateşlidir” önermesinin altını çizercesine bizi, “eyleme geçirilmesinin” odakta olmadığı arzuya götürmesi sebebiyle queer bir moment taşıdığını söylemek mümkün.

Filmde Anja bir erkekle ilişki yaşamaktadır. Film herkesin monoseksüel olacağının beklenildiği bir düzene karşı başka bir kurgu yaratması anlamında queer potansiyele sahip olduğu gibi, LGBTİ+ ve geleneksel toplum içinde norm halini almış “deneyim”in belirleyiciliği ve üstünlüğü filmde meşru bir konumda yer almaz. Yani Anja’nın ilişki konusunda deneyimli olması, Thelma’nın bu konudaki geçmişini bilmememiz ama yaşadığı çatışmadan bir geçmişi olmadığını varsaymamız, Thelma ile Anja arasında bir hiyerarşi yaratmaz, odak Thelma’nın arzusudur.

Filmin Thelma ile Anja’nın ilişkisine bakan gözü, özel-kamusal alan ikiliğini de ortadan kaldırması anlamında queer moment taşır. Thelma ve Anja, kamusal alanlarda, insan kalabalığının içinde bir araya gelirler ama birbirleri için duydukları arzunun ekrana yansıması, bize o sırada o mekânda sadece kendileri varmış gibi bir etki uyandırır. Bulundukları alanları, arzularıyla işgal ederler, mahrem-kamusal ikiliğini aşan bir gözle resmedilirler.

“Neden sadece kendim olamıyorum?” *2

Thelma açılışı, sonradan Thelma’nın küçüklüğünden bir anı olduğunu anlayacağımız bir sahneyle yapar, ardından bir zaman atlamasına şahit oluruz. Filmi izlerken de yer yer kronolojik anlatı istikrarını bozan geçmişe dönüşler yaşandığını görürüz. Kronolojik anlatıyı bozan bu geri dönüşler, Thelma’nın çocukluğundan itibaren ailesi için kontrol edilmesi ve itaat etmesi gereken, elinde bulunan güçle “yoldan sapan” biri olduğunu bizlere gösterir. Thelma aile kurumunun ve soyun devamının istikrarına ve dayanıklılığına tehlike oluşturan bir karakterdir. Küçükken kardeşi olan bir bebeğin ölümüne neden olur ve bu gerçek uzun bir süre saklı tutulur. Thelma bile bu anıyı unutmuşken kendini ve arzusunu keşfetme süreci, unutturulmaya yüz tutmuş bir belleğin canlanmasına katkıda bulunur. Bu keşfetme yolculuğu, Thelma’nın sıklıkla girmeye başladığı epileptik olmayan psikolojik nöbetlerle paralel şekilde ilerler. Kendini keşfettikçe, arzusunu fark ettikçe kaynağını bilmediği nöbetler yaşar, hayatının akışı sekteye uğrar.

Thelma’nın girdiği bu nöbetler, kendisi için biçilen kaderi kabul etmediğinde, başkaları tarafından belirlenmiş sınırlarını aşmaya cüret gösterdiğinde, arzusu açığa çıktığında, heyecan duyduğunda, merak duygusu perçinlendiğinde meydana gelir. Yani vücudu bastırılmış bir şeye tepki vermektedir aslında. Din, patriyarkal heteronormatif aile, muhafazakarlık gibi kurumların egemen ve normatif olmayan bedenler üzerine kurduğu baskı ve bu baskıya karşı çıkış, bir tepki olarak resmedilen bu psikolojik nöbetler “öteki” olmaya/görülmeye dair bir söz kurmaktadır aslında.

Öncelikle ailesi tarafından “öteki” ve korku duyulan bir “şey” haline getirilen, ehlileştirilmesi gerektiği düşünülen Thelma, bu “korku”yu sahiplenir ve geçirdiği nöbetlerin üzerine gitmeye başlayarak sebebini araştırmaya koyulur.

Film, Thelma’nın geçirdiği nöbetleri bir baskılama biçimi olarak sunarken ayrıca cadılıkla da bağdaştırır. Bilgeliği cadılıkla, fiziksel ve psikolojik bir sakatlık durumunu “cadıların bedeni ele geçirme gücü” şeklinde suçlayan geçmişin bugünle nasıl da örtüştüğünü görürüz. Arzu, cinsellik konusunda “öteki” olma, hizaya gelmeme hali, cadılık ve cadı avı üzerinden filmde yeniden yorumlanır. “Cadı avlarının kadınları tıbbi pratiklerden nasıl mahrum bıraktığını, onları çekirdek ailenin patriyarkal denetimine boyun eğmeye nasıl zorladığını”3 düşünürsek, Vogt ve Trier’in hetero-monoseksizm4 ve normativite eleştirisini eklemlendirerek yaptıkları yorumda feminist-queer bir bakışın var olduğunu söylemek mümkün.

“Cadılık tanımının merkezi ve kadın “büyüsü”nün cevheri olan kadın cinselliğinin, şeytani bir şey olarak betimlenmesi”5i filmde Thelma’nın özel bir güce sahip olduğu bilgisiyle katmerlenir. Bu süper güç, Thelma’yı “kahraman” kategorisine koyacak bir güç değildir. Thelma, bir şeylere karşı güçlü bir istek duyduğunda zihinsel gücüyle o isteği yerine getirebilmektedir. “Süper kahraman” anlatısına çomak sokan bu hikaye, “kurtarıcı”, “iyilik timsali” bir başkarakter sunmaz bize. İnsanları zihin gücüyle öldüren, yok eden bir karakterin dünyasına dram, korku, fantazya janralarının birbirine geçişkenliği eşliğinde giriş yaparız. “Süper kahraman” imajına aykırı bir karakter olan Thelma, alışıldık süper kahramanların ezeli düşmanlarından biri olarak da resmedilmez. Böylece kurulan iyi-kötü, masum-cani ikiliğinin dışında resmedilen, çatışma içinde olan, kendini tanımaya ve kendini inşa etmeye çalışan ama yoğunlukla bastırılan biri olarak aslında seyircilerin kendisiyle özdeşleşebileceği, samimiyet kurabileceği ama bir yandan “yabancıya duyulan merak”tan nasibini de alacağı bir anlatım diliyle filmin kurgulandığını görürüz. İnsanlara “ne çok yakın ne de çok uzak” olan Thelma’nın ete kemiğe büründürülmesinde rol sahibi olan gözün queer bir bakışa sahip olduğunu söyleyebiliriz bu sebeple.

Thelma’nın sadece kendisi olması önündeki engellerden biri olan babasının ölümü ve kendisiyle aynı güce, aslında aynı zamanda sakatlığa sahip olduğunu keşfettiği ve kendiyle aynı kadere sahip olacağını fark ettiği büyük annesinin de kocasının kaybolmasına sebep olması, filmde erk’eklerin otorite yitimine gönderme yapmaktadır.

Başka bir evrenin mümkünlüğü

Thelma’nın babasının sandalda yanarak ölmesine sebebiyet verdiği sahnede Thelma’nın suya atlayıp “başka bir evren”e daldığını görürüz. Bu sahnede Thelma beyaz bir gecelikledir. Babasının ateşler içinde ölümüne şaşkınlıkla seyirci kalmakla meşgulken bu manzarayı geride bırakıp suya atladığında, daha önce okulda ilk kez Anja ile yüzyüze tanıştıkları yüzme havuzuna varır. O sıralarda aslında Thelma’nın süper gücüyle kayıplara karışmış olan Anja, mayosuyla suyun dışında durmaktadır. Thelma sudan çıkar, üstü başı sırılsıklamdır ve Anja ile öpüşürler. Bu sekans, Anja’nın geri döneceğine dair bir ipucu olur. Gerçekten de babanın, erk’in ölümü Anja’nın geri dönüşünün müjdesi olur ve Thelma’yı özgürleştirir. En azından bu hissi gerçekten algılarız.

Filmin son sahnesinde “baba evi”ni terk etmiş olan Thelma okul bahçesindedir, etrafı gözlemekte ve birini beklemekte gibidir. Sonra birden Anja’nın kendisini boynundan öptüğünü görürüz. Ama bu bir hayaldir, Thelma’nın arzusudur. Ardından “bu bir deja vu mu?”, “hayal içinde hayal mi izliyoruz?” diye bizi düşündürecek bir sahne gelir ekrana. Anja, gerçekten Thelma’ya yaklaşır ve onu boynundan öper. Ve el ele tutuşarak okulda insanların arasına karışarak yürürler. Thelma’nın arzusunun yönlendirici olduğu bu anın gerçekliğine dair bir kesinlik sunmuyor film bize. Hikayenin tamamını düşündüğümüzde filmin bize başka bir evrenin mümkünlüğünü sunmuş olması ihtimal dahilinde olduğu gibi yaşananların gerçek olup olmadığına o kadar kafamızı yormamızın gerekmeyeceği bir akışkanlık ve esneklikte Thelma’nın arzusu hakimiyetini sürdürüyor. Bu sebeple sadece bir açılma, LGBTİ+ ilişki hikâyesinden daha başka, queer bakış eksenli bir film izlediğimizi söylemek mümkün.


Dipnotlar:

1- Bu söz yararlandığım iki kaynakta geçiyor: “Yeni Queer Sinema”, Rich, B. Ruby, Kaos Queer+ Sayı:7 & “What Does Queer Teach Us About X”, Laurent Berlant & Micheal Warner

2- Filmden, Thelma’nın söylediği bir söz.

3- “Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar”, Federici, Silvia, Çev. Bilge Tanrısever, Otonom Yayınları, syf. 25.

4- Hetero-monoseksizm şeklinde kullanmamın sebebi, sadece heteroseksizmin kullanılmasının yeterli olmayacağını düşünmemden kaynaklı. Çünkü mevzu, herkesi heteroseksüel olarak varsaymak kadar, birinin atandığı cinsiyetten başka bir cinsiyete sahip ya da cinsiyetsiz biriyle (ikili cinsiyet rejimi sebebiyle direkt karşı cins olarak görülüyor) beraber olmasının da o kişiyi “hetero” olarak kodlamamıza neden olan anlayışın heteroseksizmle zincir gibi bağlı olması. İnsanların birden fazla cinsiyete ilgi duyabileceğini tahayyül edemememiz.

5- “Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar”, Federici, Silvia, Çev. Bilge Tanrısever, Otonom Yayınları, syf. 45-46.